Karacasu’dan 13 km sonra Afrodisias var. Yol ustun de yakıt almak için durduğumda
şeftali ağacını gördüm ve izin alarak hemen saldırdım. Normalde şeftaliler olmamıştı
ama ben bu kozak (ham) halini sevdiğim için 2-3 tane topladım. Şeftaliyi çok
severim ama yumuşak sulu halini değil de, daha sert halini daha çok severim.
Benzinlikteki arkadaşın motorunu bozarsın öyle yeme ısrarlarına kulak asmadan yakıt dolarken, gözünün önünde bir tanesini çoktan götürmüştüm bile.
Afrodisias’a arabanızla giremiyorsunuz Geyve Belediyesinin otoparkına arabanızı bırakıp traktör ile şehre gidebiliyorsunuz. Ücret 7 TL. Anayoldan şehir içine mesafe 250 metre. Arabanızı karşı yoldaki sokağa bırakıp rahatça yürüyebilirsiniz. Benim aracımda değerli eşyalar olduğu için riske atmadım ve otoparka bıraktım.
Traktörle şehrin girişine kadar gittim.
Sağda müze solda ise Ara Güler’in fotoğraflarının olduğu sergi var. Afrodisias in başlıca önemli özellikleri; mermer ustalarının en iyilerinin burada yaşamış olması, şimdiye kadar diğer antik şehirlere göre çok iyi korunmuş olması ve Afrodit’e atfedilmesi. Giyinik olan tek Afrodit heykeli burada bulunuyor. Şehirde yasayan mermer ustaları civar şehirdeki ustaları ile sürekli rekabet halindeymiş. Yakınlardaki mermer ocağının bulunması da kendileri için bir avantaj sağlamış.
Ben direkt tören kapısına gittim. En iyi korunmuş tören kapılarından birisi. Çimlerin içinde çok güzel gözüküyor. Üzerinde detaylı ve ince isçilik var.
Burada cimlerde uzanıp kapıyı izlemek büyük keyif. Kapının sol tarafında Kenan Erim’in mezarı var. Kendisi burası için çok emek harcamış bir bilim adamı.
Sonra stadyuma geçtim. Hem spor müsabakaları hem de gladyatör dövüşleri yapılırmış burada. Stadyumun kenarındaki ağacın gölgesinde biraz dinlendim ve burada yaşananları canlandırdım gözümde. Tam karşımda protokol kısmı vardı, sağ tarafımda gladyatörlerin çıkış yaptığı yer. Köle olarak veya kendi istekleri ile ölümüne savaşan insanlar.
Stadyumu izlerken, hemen hesap yapmaya başladım, her basamakta su kadar kişi olsa, 20 basamak var, 50-60 bolum var, basamak sayısı*bölüm sayısı*basamaktaki kişi sayısı hmmm calculating ... .... ... yaklaşık 15bin kişi buldum. Ama stadyumun 25-30bin kişilik olduğu söyleniyordu, hemen revizyona gittim. Safları sıklaştırdı m, en fazla 22bin kişiye çıkabildim, olsundu, bu da yeter. Tabii ki genlerimizde olan bir dürtüyle irkildim, peki biletten ne kadar kırıyordu stadyum. Adam başı, su kadar sikke alsalar, yarısı kira bedeli, protokole hediyeler ve kazanan gladyatörlere bahşiş olsa. Tabii ki satılan patlamış pirinç (mısır yok o zamanlar), üzüm suyu, şarap ve bahislerden alınan paylar ile birlikte 3-5 de oradan gelse. Hmmm güzel para var bu işte.
Kısa sureli matematik ihtiyacımı giderdikten sonra meclis ve tapınağa geçtim. Meclise girince " dostlar, romalılar, yurttaşlar, dinleyin ..." diye başlayan bir konuşma yapmak istiyor insan.
Agora ve tiyatroya geçmeden önce Ara Güler’in sergisini gezdim hem de öğlen sıcağından kurtuldum. Ara Güler’in benim için iki büyük anlamı var. Birincisi bir fotoğrafçı olarak kendisinden öğrendiğim şeyler, ikincisi ise Afrodisias’ı bulması. Belgeseller arasında gezerken Ara Güler’i bir antik şehirde fotoğraf çekerken gördüm ve hemen ekrana kitlendim. Belgesel Ara Güler’in fotoğrafçılığından çok antik şehir ve hikayesi ile ilgiliydi. Belgeselin tamamini buldum ve hikayeyi arastirdim. Afrodisias ile nasil karsilastiginin hikayesini bu sehir ile ilgilenenler biliyordur ama bu ilginc oykuyu ben de yazmak isterim. Ara Güler, bir baraj açılışı için bölgeye gider fakat şoför yolu karıştırır ve yolu kaybederler. Yolları Geyre köyüne düşer ve sütunları görürler. Tarihi kalıntıların bol bol fotoğrafını çeken Güler, Amerikan dergisine fotoğrafları yollar ve Kenan Erime ile iletişime geçerler. Sonuçta Kenan Erim ve New York Üniversitesi çalışmalara başlar. Kenan Erim ölümüne kadar burada çalışır. Halen çalışmalar, New York Üniversitesi öncülüğünde devam etmekte.
Sergide de hikayede anlattığı kareler bulunmakta. Mutlaka gezin derim. Agora kısmını, tiyatroyu ve müzeyi de gezdim.
Burada çok vakit harcadım, çünkü büyük bir şehir, çok iyi korunmuş dolayısıyla foto açısından çok verimli. Şehri gezdikten sonra müzeyi gezmeyi unutmayın çok güzel eserler var.
Afrodisias, gerek iyi korunmuş bir antik şehir olması, güzel müzesi, sade ve şık peyzaj düzeniyle ve görevlilerin içten ilgilenmesiyle mutlaka gidilmesi gereken bir şehir. Özellikle çalışan kişilerin nezaketinden ve şehrin planlanmasından çok etkilendim.
Gezen kişilerin çok büyük kısmı yabancı turist, yerli turistler Efes’e 2 saat uzaklıktaki bu güzelliği görmeyerek çok büyük şey kaçırıyorlar.
Afrodisias’tan çok mutlu ayrıldım ve Efes’e doğru yol aldım. Nereden aklıma geldi bilmiyorum ama canim çok fazla kokoreç çekti. İki tane kokoreççiyi kaçırdım, duramadım ama sonunda çam ağaçların altındaki bir tanesinde durdum. (Alpay’ın Yeri – Sultanhisar – Aydın-Denizli yolu üzerinde)
Enfeeeessss kokoreçti. Bundan yaklaşık 20 sene önce ilk kez kokoreç yediğimde nasıl büyülendiysem bu sefer de öyle etkilendim. Domates vs. olmadan, sadece az miktarda acı ve kokoreç. Üzerinize afiyet iki yarım ekmek kokoreci hüplettim.
Afrodisias’ta çok vakit geçirdiğim için Efes’e 4.30 gibi girebildim. Daha önce gelmiştim buraya fakat teras evlerini gezmemiştim. Kütüphaneyi, tiyatroyu ve arkadaki kiliseler dahil her yeri gezdim. Efes kütüphanesi, bir çok güçlü insan barındırması, döneminin en büyük ve en güzel şehirlerinden birisi olmasına rağmen, büyük kısmının depremlerle yok olmuş olması ve günümüzde tam bir ticaret merkezine dönüşmesi nedeniyle çok keyif aldığım bir yer hiç bir zaman olamadı maalesef. Fakat, gladyatörlere ait mezarlık barındırması (tiyatronun hemen karşısında), teras evleri ve fotoğrafçılık açısından çok malzeme vermesi nedeniyle önemli bir yer. Teras evleri dönemin zenginlerinin yaşadığı evler. Gerçekten teras mantığı ile kat kat yapılmış, duvarlarda yerlerde mozaik eserler bulunmakta. Mozaiklerin çoğu parça parça ve halen toplanmaya çalışılıyor. Evler zamanla deprem vb. felaketler sonucu çökmüş, çöktükçe daha küçük hacimli evler haline dönüşmüşler. Tuvalet, salon, havuz gibi yerler ilgi çekici. Adam havuzda yengeyle sevişirken, kölesi şarabını getiriyor ya, o sahne direkt gözünüzün önüne geliyor. Veya tuvalette işini görürken çat diye boğazını kesiyorlar. Sanırım Spartacus dizisini özledim :)
Afrodisias ile Efes hakkında kısıtlı bilgimle haddime olmayarak bir karşılaştırma yapmak istiyorum. Efes, Anadolu’daki en büyük roma şehri, 250bin nüfusa sahip şehir, en önemli liman. Antik dönemin İstanbul’u diyebiliriz. Yapılarıyla, kültürüyle müthiş bir yer. Fakat günümüzde ise kentin çoğu yapısı tahrip olmuş (veya edilmiş) , 25bin kişi kapasiteli tiyatronun yüzde 90’ı sonradan etraftan getirilen taşlarla yapılmış, çok az bina sağlam durumda ve ticari bir yer artık, hem Kuşadası’na hem İzmir’e yakın olması sebebiyle çok turistik ve kalabalık.
Afrodisias’a gelirsek; döneminin en önemli şehirlerinden birisi değil, Afrodit’e adanmış olması ve müthiş mermer isçiliğinin olması burayı farklı kılıyor. Fakat, bence günümüzde Efes’ten çok çok daha güzel bir yer, korunmuş yapıları, halen kazılmakta olan alanıyla ve düzenlemesiyle büyüleyici bir yer. Şehir yaklaşık 500 hektarlık alana yayılmış durumda, bunun henüz 200 hektarı kazılmış durumda. Tiyatronun tepe noktasına çıkıp, etrafa baktığınızda şehrin potansiyelini görebiliyorsunuz. O gördüğünüz tüm ovada bu şehir vardı :) Stadyum; böyle korunmuş, bu kadar düzgün halde bir stadyum, Anadolu’da hiç bir şehirde yok. Konya yolunda küçük akbabayı gördüğüm zaman ve Afrodisias’ı gezdiğim anlar gezimin en keyifli anlarıydı.
Daha önce gittiğim için Meryem Ana’ya gitmedim, aksam arkadaşlarımla buluşacağım için çok da vaktim kalmamıştı açıkçası.
Aklıma Skydive Efes geldi. Kendilerini 2-3 kez aramama rağmen ulaşamamıştım, paraşütle atlayış yapmak istiyordum. Yine aradım ve verdikleri numara yine telefona cevap vermedi. Facebook’tan kendilerine ulaşmaya çalıştım, mesajıma cevap gelmedi. Sayelerinde 600 TL cebimde kaldı ama çok yapmak istediğim paraşütle tandem atlayışı yapamadım. Her ne kadar çok kızgın olsam da kendilerine, Türkiye’de tek olmaları nedeniyle (sanırım Eskişehir’de de varmış) mecburen bir gün Selçuk’a yine gideceğim tandem atlayış için.
İzmir Bornova’ya arkadaşımın yanına gittim. akşamı onlarla geçirdikten sonra ertesi gün listemde olan yerlerden ikisini görme zamanı gelmişti. İzmir kus cenneti ve Dilek Yarımadası Milli Parkı. Kus fotoğrafı için çok iyi bir dönem değildi gittiğim zaman. Çünkü göç henüz etkisini göstermemiş, kişi burada geçirecek kuşlar henüz gelmemişti. Kırlangıç, flamingo, martı, karabatak, saz delicesi, toygarlar ve bazı su kuşları çoğunluktaydı. (Bunlar da ne böyle dediğinizi duyuyorum :) )
Kuş gözleminden sonra yolumu milli parka cevirdim. 2 saatlik yol sonunda, önce Zeus mağarasına gittim. Mağaranın suyu çok soğuk olduğu için girmedim (yemedi). Parka giriş yaptım (otomobil 14 TL) ve sırayla 4 plajın hepsini gezdim. Son plajın en sakin olduğu söylenmişti bana, sanırım herkese böyle söylemişlerdi çünkü en kalabalık olan en sondaki plajdı. Ben geri donup ilk plaj ve ikinci plaj arasındaki kimsenin ve tesisin olmadığı sakin bir plaja attım kendimi. Bu 4 plajın özelliği şu ; içlerinde şezlong, kafe, can kurtaran vs. var. Benim gittiğim yerde hiç bir şey yok ama huzur var ;) Jageri açtım, kuruyemişimi hazırladım ve denizi, yunan adasını ve önümden gecen tekneleri izledim. Deniz muhteşem, tertemiz.
Ben güneşlenirken bir tekneden bana bağırdılar "arkana bak arkanaaa", arkama bakmadan durumu anlamıştım zaten, arkamda domuzlar vardı: ) Teknedekilere elimi salladım, her şey yolunda “ok”, anlamına gelen hareketi yaptım ve arkadaşları rahatlattım. Teknedekiler beni göremeyecekleri kadar uzaklaştıklarından emin olunca hemen ayağa kalktım ve eşyalarımı hızlıca toparlayarak arabaya doğru kaçtım. Doğa yürüyüşlerinde yaban domuzlarıyla karşılaşmıştım ve çok sevimli canlılar değillerdi, hele ki yanlarında yavruları varsa çok saldırgan olduklarını duymuştum. Bu yüzden korku sarmıştı. Arabanın yanına giderken domuzları görmeyince tam derin bir oh çekmiştim ki bu çok kısa sürdü, çünkü anne domuz ve yanındaki 4 yavrusu arabanın tam önündeydi. Mesafe bırakarak onları izledim, fakat gözlerini bana dikmiş bakıyorlardı. Milli parka gelmeden önce okuduğum kadarıyla domuzlar evcilleşmiş ve insanların yanına yiyecek için geliyorlarmış. Çantamdaki elmayı çıkarıp uzağa attım. Elmanın hasretiyle yanıp tutuşan domuzlar o tarafa gidince hemen arabaya sığındım, birkaç fotoğraflarını çektikten sonra İzmir’e geri döndüm.
Milli Park’ta bir tane de kanyon var ama ben gitmeyi unuttum :) Dilek Yarımadası Milli Parkı, mağarası, denizi ve kanyonuyla bir gününüzü dolu dolu geçirebileceğiniz bir yer, kesinlikle tavsiye ederim. Akşam 7:30’a kadar park içinde kalabiliyorsunuz.
Ertesi gün de arkadaşlarımla Manisa yolu üzerindeki çiçekli köyünde kahvaltı yaptık. Bir sürü kahvaltıcı var köyde, biz yol üstündekileri mekanları geçip, köyün sonlarındaki bir yere gittik; Köyüm Bahçe Kahvaltı. Gerek malzeme, gerekse ilgi olarak çok memnun kaldık. beraber gittiğimiz arkadaşım, bu köyde çok yeri denediklerini ama şimdiye kadar en iyisinin burası olduğunu söyledi. Eğer giderseniz sizin de aklınızda bulunsun derim.
Benzinlikteki arkadaşın motorunu bozarsın öyle yeme ısrarlarına kulak asmadan yakıt dolarken, gözünün önünde bir tanesini çoktan götürmüştüm bile.
Afrodisias’a arabanızla giremiyorsunuz Geyve Belediyesinin otoparkına arabanızı bırakıp traktör ile şehre gidebiliyorsunuz. Ücret 7 TL. Anayoldan şehir içine mesafe 250 metre. Arabanızı karşı yoldaki sokağa bırakıp rahatça yürüyebilirsiniz. Benim aracımda değerli eşyalar olduğu için riske atmadım ve otoparka bıraktım.
Traktörle şehrin girişine kadar gittim.
Sağda müze solda ise Ara Güler’in fotoğraflarının olduğu sergi var. Afrodisias in başlıca önemli özellikleri; mermer ustalarının en iyilerinin burada yaşamış olması, şimdiye kadar diğer antik şehirlere göre çok iyi korunmuş olması ve Afrodit’e atfedilmesi. Giyinik olan tek Afrodit heykeli burada bulunuyor. Şehirde yasayan mermer ustaları civar şehirdeki ustaları ile sürekli rekabet halindeymiş. Yakınlardaki mermer ocağının bulunması da kendileri için bir avantaj sağlamış.
Ben direkt tören kapısına gittim. En iyi korunmuş tören kapılarından birisi. Çimlerin içinde çok güzel gözüküyor. Üzerinde detaylı ve ince isçilik var.
![]() |
Tetrapylon |
Burada cimlerde uzanıp kapıyı izlemek büyük keyif. Kapının sol tarafında Kenan Erim’in mezarı var. Kendisi burası için çok emek harcamış bir bilim adamı.
Sonra stadyuma geçtim. Hem spor müsabakaları hem de gladyatör dövüşleri yapılırmış burada. Stadyumun kenarındaki ağacın gölgesinde biraz dinlendim ve burada yaşananları canlandırdım gözümde. Tam karşımda protokol kısmı vardı, sağ tarafımda gladyatörlerin çıkış yaptığı yer. Köle olarak veya kendi istekleri ile ölümüne savaşan insanlar.
Stadyumu izlerken, hemen hesap yapmaya başladım, her basamakta su kadar kişi olsa, 20 basamak var, 50-60 bolum var, basamak sayısı*bölüm sayısı*basamaktaki kişi sayısı hmmm calculating ... .... ... yaklaşık 15bin kişi buldum. Ama stadyumun 25-30bin kişilik olduğu söyleniyordu, hemen revizyona gittim. Safları sıklaştırdı m, en fazla 22bin kişiye çıkabildim, olsundu, bu da yeter. Tabii ki genlerimizde olan bir dürtüyle irkildim, peki biletten ne kadar kırıyordu stadyum. Adam başı, su kadar sikke alsalar, yarısı kira bedeli, protokole hediyeler ve kazanan gladyatörlere bahşiş olsa. Tabii ki satılan patlamış pirinç (mısır yok o zamanlar), üzüm suyu, şarap ve bahislerden alınan paylar ile birlikte 3-5 de oradan gelse. Hmmm güzel para var bu işte.
Kısa sureli matematik ihtiyacımı giderdikten sonra meclis ve tapınağa geçtim. Meclise girince " dostlar, romalılar, yurttaşlar, dinleyin ..." diye başlayan bir konuşma yapmak istiyor insan.
![]() |
stadyum |
![]() |
meclis |
Agora ve tiyatroya geçmeden önce Ara Güler’in sergisini gezdim hem de öğlen sıcağından kurtuldum. Ara Güler’in benim için iki büyük anlamı var. Birincisi bir fotoğrafçı olarak kendisinden öğrendiğim şeyler, ikincisi ise Afrodisias’ı bulması. Belgeseller arasında gezerken Ara Güler’i bir antik şehirde fotoğraf çekerken gördüm ve hemen ekrana kitlendim. Belgesel Ara Güler’in fotoğrafçılığından çok antik şehir ve hikayesi ile ilgiliydi. Belgeselin tamamini buldum ve hikayeyi arastirdim. Afrodisias ile nasil karsilastiginin hikayesini bu sehir ile ilgilenenler biliyordur ama bu ilginc oykuyu ben de yazmak isterim. Ara Güler, bir baraj açılışı için bölgeye gider fakat şoför yolu karıştırır ve yolu kaybederler. Yolları Geyre köyüne düşer ve sütunları görürler. Tarihi kalıntıların bol bol fotoğrafını çeken Güler, Amerikan dergisine fotoğrafları yollar ve Kenan Erime ile iletişime geçerler. Sonuçta Kenan Erim ve New York Üniversitesi çalışmalara başlar. Kenan Erim ölümüne kadar burada çalışır. Halen çalışmalar, New York Üniversitesi öncülüğünde devam etmekte.
Sergide de hikayede anlattığı kareler bulunmakta. Mutlaka gezin derim. Agora kısmını, tiyatroyu ve müzeyi de gezdim.
Burada çok vakit harcadım, çünkü büyük bir şehir, çok iyi korunmuş dolayısıyla foto açısından çok verimli. Şehri gezdikten sonra müzeyi gezmeyi unutmayın çok güzel eserler var.
Afrodisias, gerek iyi korunmuş bir antik şehir olması, güzel müzesi, sade ve şık peyzaj düzeniyle ve görevlilerin içten ilgilenmesiyle mutlaka gidilmesi gereken bir şehir. Özellikle çalışan kişilerin nezaketinden ve şehrin planlanmasından çok etkilendim.
Gezen kişilerin çok büyük kısmı yabancı turist, yerli turistler Efes’e 2 saat uzaklıktaki bu güzelliği görmeyerek çok büyük şey kaçırıyorlar.
Afrodisias’tan çok mutlu ayrıldım ve Efes’e doğru yol aldım. Nereden aklıma geldi bilmiyorum ama canim çok fazla kokoreç çekti. İki tane kokoreççiyi kaçırdım, duramadım ama sonunda çam ağaçların altındaki bir tanesinde durdum. (Alpay’ın Yeri – Sultanhisar – Aydın-Denizli yolu üzerinde)
Enfeeeessss kokoreçti. Bundan yaklaşık 20 sene önce ilk kez kokoreç yediğimde nasıl büyülendiysem bu sefer de öyle etkilendim. Domates vs. olmadan, sadece az miktarda acı ve kokoreç. Üzerinize afiyet iki yarım ekmek kokoreci hüplettim.
Afrodisias’ta çok vakit geçirdiğim için Efes’e 4.30 gibi girebildim. Daha önce gelmiştim buraya fakat teras evlerini gezmemiştim. Kütüphaneyi, tiyatroyu ve arkadaki kiliseler dahil her yeri gezdim. Efes kütüphanesi, bir çok güçlü insan barındırması, döneminin en büyük ve en güzel şehirlerinden birisi olmasına rağmen, büyük kısmının depremlerle yok olmuş olması ve günümüzde tam bir ticaret merkezine dönüşmesi nedeniyle çok keyif aldığım bir yer hiç bir zaman olamadı maalesef. Fakat, gladyatörlere ait mezarlık barındırması (tiyatronun hemen karşısında), teras evleri ve fotoğrafçılık açısından çok malzeme vermesi nedeniyle önemli bir yer. Teras evleri dönemin zenginlerinin yaşadığı evler. Gerçekten teras mantığı ile kat kat yapılmış, duvarlarda yerlerde mozaik eserler bulunmakta. Mozaiklerin çoğu parça parça ve halen toplanmaya çalışılıyor. Evler zamanla deprem vb. felaketler sonucu çökmüş, çöktükçe daha küçük hacimli evler haline dönüşmüşler. Tuvalet, salon, havuz gibi yerler ilgi çekici. Adam havuzda yengeyle sevişirken, kölesi şarabını getiriyor ya, o sahne direkt gözünüzün önüne geliyor. Veya tuvalette işini görürken çat diye boğazını kesiyorlar. Sanırım Spartacus dizisini özledim :)
Afrodisias ile Efes hakkında kısıtlı bilgimle haddime olmayarak bir karşılaştırma yapmak istiyorum. Efes, Anadolu’daki en büyük roma şehri, 250bin nüfusa sahip şehir, en önemli liman. Antik dönemin İstanbul’u diyebiliriz. Yapılarıyla, kültürüyle müthiş bir yer. Fakat günümüzde ise kentin çoğu yapısı tahrip olmuş (veya edilmiş) , 25bin kişi kapasiteli tiyatronun yüzde 90’ı sonradan etraftan getirilen taşlarla yapılmış, çok az bina sağlam durumda ve ticari bir yer artık, hem Kuşadası’na hem İzmir’e yakın olması sebebiyle çok turistik ve kalabalık.
Afrodisias’a gelirsek; döneminin en önemli şehirlerinden birisi değil, Afrodit’e adanmış olması ve müthiş mermer isçiliğinin olması burayı farklı kılıyor. Fakat, bence günümüzde Efes’ten çok çok daha güzel bir yer, korunmuş yapıları, halen kazılmakta olan alanıyla ve düzenlemesiyle büyüleyici bir yer. Şehir yaklaşık 500 hektarlık alana yayılmış durumda, bunun henüz 200 hektarı kazılmış durumda. Tiyatronun tepe noktasına çıkıp, etrafa baktığınızda şehrin potansiyelini görebiliyorsunuz. O gördüğünüz tüm ovada bu şehir vardı :) Stadyum; böyle korunmuş, bu kadar düzgün halde bir stadyum, Anadolu’da hiç bir şehirde yok. Konya yolunda küçük akbabayı gördüğüm zaman ve Afrodisias’ı gezdiğim anlar gezimin en keyifli anlarıydı.
Daha önce gittiğim için Meryem Ana’ya gitmedim, aksam arkadaşlarımla buluşacağım için çok da vaktim kalmamıştı açıkçası.
Aklıma Skydive Efes geldi. Kendilerini 2-3 kez aramama rağmen ulaşamamıştım, paraşütle atlayış yapmak istiyordum. Yine aradım ve verdikleri numara yine telefona cevap vermedi. Facebook’tan kendilerine ulaşmaya çalıştım, mesajıma cevap gelmedi. Sayelerinde 600 TL cebimde kaldı ama çok yapmak istediğim paraşütle tandem atlayışı yapamadım. Her ne kadar çok kızgın olsam da kendilerine, Türkiye’de tek olmaları nedeniyle (sanırım Eskişehir’de de varmış) mecburen bir gün Selçuk’a yine gideceğim tandem atlayış için.
İzmir Bornova’ya arkadaşımın yanına gittim. akşamı onlarla geçirdikten sonra ertesi gün listemde olan yerlerden ikisini görme zamanı gelmişti. İzmir kus cenneti ve Dilek Yarımadası Milli Parkı. Kus fotoğrafı için çok iyi bir dönem değildi gittiğim zaman. Çünkü göç henüz etkisini göstermemiş, kişi burada geçirecek kuşlar henüz gelmemişti. Kırlangıç, flamingo, martı, karabatak, saz delicesi, toygarlar ve bazı su kuşları çoğunluktaydı. (Bunlar da ne böyle dediğinizi duyuyorum :) )
![]() |
flamingo |
![]() |
tepeli pelikan |
![]() |
küçük karabatak |
![]() |
flamingo |
![]() |
kırlangıç |
Kuş gözleminden sonra yolumu milli parka cevirdim. 2 saatlik yol sonunda, önce Zeus mağarasına gittim. Mağaranın suyu çok soğuk olduğu için girmedim (yemedi). Parka giriş yaptım (otomobil 14 TL) ve sırayla 4 plajın hepsini gezdim. Son plajın en sakin olduğu söylenmişti bana, sanırım herkese böyle söylemişlerdi çünkü en kalabalık olan en sondaki plajdı. Ben geri donup ilk plaj ve ikinci plaj arasındaki kimsenin ve tesisin olmadığı sakin bir plaja attım kendimi. Bu 4 plajın özelliği şu ; içlerinde şezlong, kafe, can kurtaran vs. var. Benim gittiğim yerde hiç bir şey yok ama huzur var ;) Jageri açtım, kuruyemişimi hazırladım ve denizi, yunan adasını ve önümden gecen tekneleri izledim. Deniz muhteşem, tertemiz.
Ben güneşlenirken bir tekneden bana bağırdılar "arkana bak arkanaaa", arkama bakmadan durumu anlamıştım zaten, arkamda domuzlar vardı: ) Teknedekilere elimi salladım, her şey yolunda “ok”, anlamına gelen hareketi yaptım ve arkadaşları rahatlattım. Teknedekiler beni göremeyecekleri kadar uzaklaştıklarından emin olunca hemen ayağa kalktım ve eşyalarımı hızlıca toparlayarak arabaya doğru kaçtım. Doğa yürüyüşlerinde yaban domuzlarıyla karşılaşmıştım ve çok sevimli canlılar değillerdi, hele ki yanlarında yavruları varsa çok saldırgan olduklarını duymuştum. Bu yüzden korku sarmıştı. Arabanın yanına giderken domuzları görmeyince tam derin bir oh çekmiştim ki bu çok kısa sürdü, çünkü anne domuz ve yanındaki 4 yavrusu arabanın tam önündeydi. Mesafe bırakarak onları izledim, fakat gözlerini bana dikmiş bakıyorlardı. Milli parka gelmeden önce okuduğum kadarıyla domuzlar evcilleşmiş ve insanların yanına yiyecek için geliyorlarmış. Çantamdaki elmayı çıkarıp uzağa attım. Elmanın hasretiyle yanıp tutuşan domuzlar o tarafa gidince hemen arabaya sığındım, birkaç fotoğraflarını çektikten sonra İzmir’e geri döndüm.
![]() |
Zararsız, neredeyse evcilleşmiş yaban domuzu |
Milli Park’ta bir tane de kanyon var ama ben gitmeyi unuttum :) Dilek Yarımadası Milli Parkı, mağarası, denizi ve kanyonuyla bir gününüzü dolu dolu geçirebileceğiniz bir yer, kesinlikle tavsiye ederim. Akşam 7:30’a kadar park içinde kalabiliyorsunuz.
Ertesi gün de arkadaşlarımla Manisa yolu üzerindeki çiçekli köyünde kahvaltı yaptık. Bir sürü kahvaltıcı var köyde, biz yol üstündekileri mekanları geçip, köyün sonlarındaki bir yere gittik; Köyüm Bahçe Kahvaltı. Gerek malzeme, gerekse ilgi olarak çok memnun kaldık. beraber gittiğimiz arkadaşım, bu köyde çok yeri denediklerini ama şimdiye kadar en iyisinin burası olduğunu söyledi. Eğer giderseniz sizin de aklınızda bulunsun derim.
Yorumlar
Yorum Gönder