Kasım ayında arkadaşımla Anamur - Silifke ve civarını gezdik.
Kısaca, geziden bahsetmek gerekirse; Antalya’da buluştuk, önce Anamur, sonra Taşucu, Silifke ve Silifke’nin kuzeyindeki antik şehirleri gezdik. Sonra da Göksu deltası ve dalyanın keyfini çıkarttık. Oraya kadar gitmişken kuş fotoğrafı çekmeden dönemezdim tabii ki.
Açılışı "lagos şiş" fotoğrafı ile yaptığım için kızmayın bana, çok güzeldi be. Tadı hala damağımda:) Anamur’da kaldığımız şirin otelde yedim lagosu. Marvel Tree Otel konfor, yemekler ve hizmet olarak çok iyiydi. Bir sitenin içinde yer alıyor, çok tatlı bir plajı var ve sahibi de yardımsever sohbeti güzel bir hanımefendi. Hayatımda ilk defa kamkat (kumkuat) meyvesi ile burada tanıştım ve çok beğendim. Kabuğu ile birlikte yiyebildiğiniz, portakal, mandalina karışımı bir tadı olan ufak bir meyve.Favori meyvelerimden birisi oldu.

Ama otelden önce anlatmam gereken Anemurium antik şehri ve Antalya-Mersin arası yol var. Öğlene doğru Antalya’dan yola çıkınca aksam üstü Anemurium’da olduk. Fakat buraya varmak için bol virajlı, uçurumlu ve tek şeritli bir yoldan geçmeniz gerekiyor. Benim gibi virajları, manzarayı seven geze geze giden, "şurada hangi meyveden satıyorlar ya, buraya da uğrayayım" veya "ahan da yol üstü köftecisi, hemen patlatayım bir tane" diyen birisi iseniz sizin için çok güzel bir yol. Yok değilseniz biraz sıkıntı olabilir, hele ki uzun sure tır, kamyon arkasında kalmaktan hoşlanmıyorsanız sabır diliyorum size.
Neyse, Anemurium’dan devam edelim. Akşam üstü buraya vardık. Şehrin büyük kısmı yıkılmış olsa da, kurulduğu yer, evlerin ve kiliselerin içindeki resim ve mozaikler ve muhteşem sahil manzarası ile gezilmesi gereken bir yer. Çok fazla tabela, bilgi yok şehirde, gitmeden önce araştırma yaparsanız daha çok keyif alırsınız. Şehirde, bazı yapıların tabanlarında ve duvarlarında mozaikler bulunuyor fakat göremiyorsunuz. Çünkü üstleri kumla örtülmüş durumda. Böyle olmasının trajikomik bir sebebi var. Mozaikleri korumak için üstlerini bir cam veya benzeri bir şeyle kapatamıyorlar (ödenek yokmuş) fakat ayni zamanda mozaikleri korumaları lazım, bu yüzden üstlerini kumla kapatmışlar. Biz bir kaç tanesini bulduk tesadüfen, bir tanesi çok iyi korunmuş ve etkileyiciydi. Kumla tekrar üstünü geri örttük fotoğrafımızı çektikten sonra. İki tane de tavus kuşu duvar resmi bulduk bir evin içinde, fakat epey hırpalanmıştı.










Notlar:
-Aynalıgöl Mağarası hariç her yerde müzekart geçerli. Aynalıgöl de 5TL.
-Muzlar çok güzel, hediyelik muz da var :) yeşil olanlar hediyelik, bir kaç gün bekliyorsunuz ve sararınca yiyorsunuz.
-Antalya yerine Gazipaşa havalimanını da kullanabilirsiniz.
-Yol üstünde fıstık, nar ekşisi, vs. satan yerlerden ikisine uğradık, bir çok şeyi denedik, tadına baktık, hepsi enfesti. Aklınızda bulunsun.
Kısaca, geziden bahsetmek gerekirse; Antalya’da buluştuk, önce Anamur, sonra Taşucu, Silifke ve Silifke’nin kuzeyindeki antik şehirleri gezdik. Sonra da Göksu deltası ve dalyanın keyfini çıkarttık. Oraya kadar gitmişken kuş fotoğrafı çekmeden dönemezdim tabii ki.
Açılışı "lagos şiş" fotoğrafı ile yaptığım için kızmayın bana, çok güzeldi be. Tadı hala damağımda:) Anamur’da kaldığımız şirin otelde yedim lagosu. Marvel Tree Otel konfor, yemekler ve hizmet olarak çok iyiydi. Bir sitenin içinde yer alıyor, çok tatlı bir plajı var ve sahibi de yardımsever sohbeti güzel bir hanımefendi. Hayatımda ilk defa kamkat (kumkuat) meyvesi ile burada tanıştım ve çok beğendim. Kabuğu ile birlikte yiyebildiğiniz, portakal, mandalina karışımı bir tadı olan ufak bir meyve.Favori meyvelerimden birisi oldu.

Ama otelden önce anlatmam gereken Anemurium antik şehri ve Antalya-Mersin arası yol var. Öğlene doğru Antalya’dan yola çıkınca aksam üstü Anemurium’da olduk. Fakat buraya varmak için bol virajlı, uçurumlu ve tek şeritli bir yoldan geçmeniz gerekiyor. Benim gibi virajları, manzarayı seven geze geze giden, "şurada hangi meyveden satıyorlar ya, buraya da uğrayayım" veya "ahan da yol üstü köftecisi, hemen patlatayım bir tane" diyen birisi iseniz sizin için çok güzel bir yol. Yok değilseniz biraz sıkıntı olabilir, hele ki uzun sure tır, kamyon arkasında kalmaktan hoşlanmıyorsanız sabır diliyorum size.
Neyse, Anemurium’dan devam edelim. Akşam üstü buraya vardık. Şehrin büyük kısmı yıkılmış olsa da, kurulduğu yer, evlerin ve kiliselerin içindeki resim ve mozaikler ve muhteşem sahil manzarası ile gezilmesi gereken bir yer. Çok fazla tabela, bilgi yok şehirde, gitmeden önce araştırma yaparsanız daha çok keyif alırsınız. Şehirde, bazı yapıların tabanlarında ve duvarlarında mozaikler bulunuyor fakat göremiyorsunuz. Çünkü üstleri kumla örtülmüş durumda. Böyle olmasının trajikomik bir sebebi var. Mozaikleri korumak için üstlerini bir cam veya benzeri bir şeyle kapatamıyorlar (ödenek yokmuş) fakat ayni zamanda mozaikleri korumaları lazım, bu yüzden üstlerini kumla kapatmışlar. Biz bir kaç tanesini bulduk tesadüfen, bir tanesi çok iyi korunmuş ve etkileyiciydi. Kumla tekrar üstünü geri örttük fotoğrafımızı çektikten sonra. İki tane de tavus kuşu duvar resmi bulduk bir evin içinde, fakat epey hırpalanmıştı.










Şehri gezdikten sonra Anamur (Mamure) Kalesine doğru
yola çıktık. Kale Türkiye’nin yüzölçümü olarak en büyük kalesi. Çok iyi
korunmuş, çok büyük kısmı sapasağlam durmakta. Fakat içine giremiyorsunuz çünkü
restorasyon çalışmaları var. Daha doğrusu tabelada restorasyon diyor ama benim gördüğüm
kadarıyla renovasyon, yani yenileme. Restorasyon eski-tarihi taşların yerine
mermer koyularak yapılmaz benim bildiğim kadarıyla. Evet maalesef böyle bir
durum var. Çok çirkin bir görüntü oluşmuş durumda. Bir üzücü haberim daha var, çalışmalar
iki sene sürecek. Fakat iyi haberim de var, kalenin en güzel tarafı dışı.
Kalenin yanından deniz tarafına doğru gidin ve deniz kenarındaki kayalıklarda yürüyün
bir sure, arkanızı döndüğünüzde gün batımıyla birlikte enfes bir manzara sizi
bekliyor. Bu yola devam ettiğinizde, kalenin arka tarafına ulaşıyorsunuz.
Buradan kacak olarak giris yapabilirsiniz ;) Burada da sahil manzarası ve sörf
yapanlarla karşılaşabilirsiniz.
Anamur’da otelden ayrıldıktan sonra Aynalıgöl
Mağarasına gittik. Bir çobanın tesadüfen bulduğu mağara son dönemde turizme
açılmış. Ben İztv kanalında bu mağaranın belgeselini izlemiştim, belgeselde
dalgıçlar mağara içine giriyor ve suyun nereye kadar gittiğini tespit etmeye
çalışmışlardı. O gün, bu mağarayı ziyaret etmem lazım demiştim. Mağaranın ismi
suyun bir ayna gibi yansıma yaratması, suyun içini göremiyorsunuz. Mağaraya,
bir platform ve devamındaki merdivenlerle iniyorsunuz. Daha sonra 10 dakikalık
bir yürüyüşle mağaranın içindeki aynalıgöle ulaşıyorsunuz. İçerisi çok nemli,
astım hastaları için vs. çok uygun olmayabilir ama görüntü şahane.
Aynalıgöl’den sonra Silifke Kalesini ziyaret
ettik, kaleye çıkmak yasaktı, o yüzden tepenin etrafında dolaşıp aşağı indik.
Tepeden çok da bakınca çok da güzel bir manzara görmüyorsunuz, bence değmez.
Kaleden sonra Aya Tekla Kilisesine gittik, tabelalarda “Meryemlik” diye yazar,
o tabelayı takip edin, halk arasında “Meryemlik” de diyorlar çünkü. Aya Tekla, Konya’da
yaşarken bir çocukla evlendirmek istiyorlar kendisini. Fakat Tekla istemiyor,
kaçıyor, sonra olaylar olaylar. Tekla, mağaraya giriyor, burada Hristiyanlığı
yaymaya çalışıyor, burada yaşayıp ölüyor. Mağara küçük bir yer, öyle yer altı
şehri gibi bir şey beklemeyin, ufak odalar var. Silifke’ye gitmişken görülmesi
gereken yerlerden birisi bence.
Bu kadar gezdikten sonra acıktık tabi ki, daha önce tespit ettiğimiz bir tantuniciye girdik. İstanbul'dan alışkanlık, dürüm tantuni küçük olduğu icin ben peşin peşin kendime iki tane birden sipariş vereyim dedim fakat yan masaya gelen yoğurtlu tantuniyi görünce vazgeçtim. Neredeyse sarma beyti kadar tantuni geldi. Tantuni gerçekten lezzetliydi. Eğer acıya dayanıklı değilseniz tantuninin yaninda gelen biberleri yemeyin. Hayatimda yedigim en aci biberdi, burnum aktı, ağladım, hickirik tuttu, gercekten acıların çocuğu oldum :)
Sonraki durak Uzuncaburç (Olba Antik Kenti) idi. Silifkenin kuzeyinde bir köyün icindeki antik şehir, cok tatlı bir yer. Girişte çakır gözlü Mustafa amca karşıladı bizi. Şehir hakkinda biraz bilgi verdi ve biraz muhabbet ettik. Antik şehir köy ile iç içe durumda. Kerpiç köy evinin arkasindan antik tiyatro çıkıyor, diger tarafta elma bahçesinin yaninda sütunlar, bir köy düşünün girişinde devasa antik giriş kapisi bulunuyor :) Olba ile ilginç bir detay vereyim; eğer buraya giderseniz yüksekçe bir yere çıkın ve etrafınıza bakın, doğal olmayan bazı tepeler göreceksiniz ayrıca bazı antik sütunlar ve yapılar görebilirsiniz uzaklarda. İşte bu yapıların hepsi antik Olba şehrine aitti, şehrin zamanında ne kadar büyük olduğunu aklınızda canlandırabilirsiniz. Uzuncaburçtan Kız Kalesi yoluna giden yoldan değil de diğer yoldan güneye doğru ilerlerseniz Olba'nın yeni ortaya çıkarılan antik tiyatroyu görme şansınız da var. Maalesef bu kadar güzellikleri olan, tarihi doğası müthiş bir yerde ne doğru düzgün yön gösteren tabela ne de bilgi alabileceğiniz bir yer var. Biraz sizin araştırma kabiliyetinize, biraz etraftakilerin yardımına ve biraz da şansınıza kalıyor.
Akşam, Kız Kalesinin tam karsisindaki otelimize yerlestik ve güneşin batışını izledik. Boyle söyleyince lüks bir otelde kaldığımızı sanabilirsiniz, tam tersine çok siradan ve ucuz bir yerdi. Fiyatiyla hizmeti dogru orantiliydi maalesef ama 1-2 gece kalinabilecek bir yer, cok daha kotulerini görmüştüm.
Sabah hemen yakinimizdaki Krykos Kalesi ve Elaiussa Sebasteyi gezdikten sonra adamkayalara dogru yol aldık. Sebaste tabanındaki mozaikler guzel ve iyi korunmuş bir tiyatrosu var ama yolumuzun ustunde olmasa girmezdik sanırım.
Adamkayalara gittiğimizde benim dikey yükseklik korkum depreşti ve aşağı inemedim. Arkadaşıma "sen yaparsın, hiç bir şey yok orada, rahatça gidersin. Benim biraz başım ağrıyor, dinleneyim şurada" diyerek tek başına aşağı yolladım :))
Adamkayalar bir kanyonun yamacindaki kayalara oyulmuş, donemin ileri gelenlerini tasvir eden heykeller topluluğu. Vadi fotoğrafı dışındaki fotograflar arkadaşıma aittir. Yukaridan kanyon manzarasi cok guzel gözüküyor.
![]() |
Adamkayaların olduğu yerden Kız kalesi manzarası. Yaklaşık 3km mesafe. |
Dönüşte cennet cehennem magaralarina gittik. Cehennemin kenarına platform yapmışlar ve onun üstünde duruyorsunuz, altınız boşta. Devasa bir çukur düşünün, ya da düşünmeyin, düşünürken başım döndü :)
Açık söylemek gerekirse cennet cehennem beni çok etkilemedi, evet cok ilginç bir oluşum ama cok kalabalık olması ve cennetin basamaklarını çıkarken yaşadığınız yorgunluk aldığınız keyfi götürüyor.
Akşam olurken Göksu Deltasına ve dalyana geçtik. Göksu Deltası benim için bir kat daha önemli çünkü kuş göç rotasının üzerinde ve yüzlerce kuş burayı evi olarak kullanıyor. Bizim gittiğimiz dönem kuş gözlemi için çok uygun bir tarih olmasa bile, pelikan, balıkçıllar, yırtıcılar ve çeşitli ötücü kuşları görme şansımız oldu.
Deltada dolaşırken tesadüfen dalyanın denize açılan yerini bulduk ve tabii ki balıkçı restoranlarını da. Restoran dediğime bakmayın, derme çatma kulübe gibiler. Fakat balıklar nefis. Hayatımda ilk defa yediğim karakulak balığı güzel pişmişti, tat olarak diğer balıklarla karşılaştırınca 10 üzerinden 8. Fakat hepsinden daha iyi bir şey vardı; muhteşem salata.
Mersin turumuz dalyanda sona erdi. Ertesi gün sabahtan yola çıkıp, sakin sakin Antalya’ya döndük. Aksu'da köfte piyaz yemeyi ihmal etmedik tabi ki :) Antalya’da kale içini de gezdikten sonra İstanbul’a döndüm.
![]() |
:))) |
Görmek isteyip de göremediğimiz bir yer olmadı, hatta fazlasını gördük. İlk basta Adana’ya da gitsek mi diyorduk ama gerek yokmuş. Adana da başka bir sefere kalsın...
Notlar:
-Aynalıgöl Mağarası hariç her yerde müzekart geçerli. Aynalıgöl de 5TL.
-Muzlar çok güzel, hediyelik muz da var :) yeşil olanlar hediyelik, bir kaç gün bekliyorsunuz ve sararınca yiyorsunuz.
-Antalya yerine Gazipaşa havalimanını da kullanabilirsiniz.
-Yol üstünde fıstık, nar ekşisi, vs. satan yerlerden ikisine uğradık, bir çok şeyi denedik, tadına baktık, hepsi enfesti. Aklınızda bulunsun.
Yorumlar
Yorum Gönder